Bu ay başka bir yazı yazmaya hazırlanırken son anda e-postama düşen bir maili sizinle paylaşmak istedim. Adına Aylin diyeceğim bir okurum özel hayatındaki son derece önemli bir konuyu benimle paylaşmak istemiş. Aslında Aktüel Avrupa’da yazalı birkaç ay olmasına rağmen böyle bir güveni kazanmış olmaktan dolayı hem şaşkın hem de mutluyum. Tabii burada size tüm ayrıntılarını vermeyeceğim bu ilişkinin çözüme kavuşması için kendisiyle kontakta kalacağıma söz verdim. Artık bu şekilde devam edersem sanırım dünya’nın her yerine ulaşabileceğim bir ilişki-danışmanlığı hizmeti vermeye başlayacağım… Pek de fena olmaz aslında değil mi? Gelecek maillere göre karar verebiliriz…
Aylin, Avusturya’ya küçük yaşta ailesiyle gelmiş bir Türk kızı. 30’lu yaşlarında ve Üniversite mezunu. Kendisinden beş yaş büyük Avusturyalı bir erkek ile evlenerek mutlu olma hayalleri kurmuş. (Her yeni evlenen kadın gibi) Fakat evlendikten kısa bir süre sonra her şeyin tamamen değiştiğini iddia ediyor. Aralarında dil sorunu olmadığını ve erkeğin kadından biraz daha olgun olduğunu düşündüğümüzde sorunun ne olabileceğini çok merak ettim.
Fakat okuduğum sözcükler karşında üzerinde bir süredir araştırma yaptığım bir ilişki sendromuyla karşılaştım. Şöyle yazıyordu Aylin:
“Aslında kültürel değerlerim tipik bir Türk kızından farklı. Ben daha özgürlükçü ve modernim. Ama bu demek değildir ki ilişki içerisinde birbirimizi unutalım… Eşim yoğun bir erkek. Zaman zaman iş yerinden eve geç dönüyor. Bunu zaten evlenmeden önce de biliyordum. Fakat evlendikten sonra işten arta kalan zamanlarının çoğunu arkadaşlarıyla iş sonrası partilerde geçirip sabaha karşı eve gelmeye başladı. Bunu haftada bir gün yapsa yine kabul edebilirdim. Ama eve zamanında geldiği gün sayısı haftada 2 geceyi geçmiyor. Geç geldiği gibi bana haber de vermiyor. Ben aradığımda ise telefonlarıma cevap vermiyor. Eve geldiğinde çoğu kez beni uyanık ve onu beklerken bulunca da  bu duruma oldukça kızıyor. Çünkü ona nerede olduğunu sormama izin vermeyi bırakın, onu aramaya veya beklemeye hakkım olmadığını savunuyor. Bunun en son örneğini dün akşam yaşadım. Eşimi işten sonra aradım cevap vermedi. Gece yarısından sonra aradığımda yine açmayınca merak edip iş arkadaşlarından birini aradım. Bana işten sonra birlikte bir şey içmeye gittiklerini ancak daha sonra kendisinin ilgili yerden ayrıldığını söyledi. Teşekkür edip telefonu kapattım. Eşim yine sabaha karşı geldiğinde ben alışıldığı üzere onu bekliyordum. Sinirden gözleri kıpkırmızıydı. Bana iş arkadaşını arayıp aramadığımı sordu. Ben de onu defalarca aramama rağmen telefonunu açmadığını, merak ettiğim için arkadaşını aradığımı söyledim. İşte o anda beni sözleriyle o kadar çok aşağıladı ve baskı altına aldı ki gerçekten yaptığım şeyin kötü olduğuna inanıp, ondan özür diledim. Sonra bu sabah ilişkimizin durumunu düşünürken birlikte olduğumuz zamanlarda da bana karşı hep baskın olmaya çalıştığı çıkarımına vardım. Şu durumda sormam gereken sorular:  Ben evlenerek hata mı yaptım? Boşanmalı mıyım? Bu sorunu nasıl çözebilirim? Çünkü kendimi değersiz görmeye başladım… ”
Evet, Aylin tam olarak size yazmak istediğim şeyi anlatmış aslında. Bu tür bir ilişkide taraflardan biri diğerini baskı altına alarak onu kontrol etmeye çalışır. Kontrol edilen kişi sınırlardan dışarı çıkarsa karşı taraftan gelen hamle kendisini suçlu ve utangaç hisseder.  Nitekim Aylin’de kendisini suçlu hissedip  eşinin arkadaşını aradığı için özür dilemiş. Halbuki bu son derece normal bir davranış. Son dönemde “İlişkilerde Toksik Sendrom” adıyla yayınlanan yazılarda bu tarz baskın karakterlerin partnerlerini hem ilişkilerinde hem de sosyal yaşamlarında olumsuz yönde etkilediğine yer veriyor. Tabii ki partner olmak paylaşmaktan geçiyor. Özellikle evlilik, sonsuz destek, güven ve yapıcı tavırlarla sağlıklı bir şekilde devam edebilir. Evlilik aynı zamanda çiftlerin birbirine sorumlu olması da demektir. Ayrıca çiftlerden biri veyahut ikisi de iş çıkışından sonra birbirlerini görmek için istekli değilse ortada büyük bir sorun var demektir.  Kişiler özgür olduklarını ilişki içerisinde ne kadar çok abartarak ortaya koyarlarsa ilişki dediğimiz şeyinoluşması zorlaşır. Çünkü adı üstünde “ilişki” beraber olmak ve birbirini etkilemek demektir. İlişki içerisinde sivri olmanın ne birlikteliğe ne de sosyal yaşama bir etkisi vardır.
Burada satır arasındaki diğer konu da kültür farklılığıdır. Akdeniz ülkeri biraz daha sıcak kanlı ve bir arada olmayı seven insanlardır. Fakat Avrupa’ya gelince insanlar daha bireysel düşünmeye başlarlar. Tabii bu herkes için geçerli olmamakla birlikte sadece bir genellemedir. Bu tarz özgürlük ve modernite sorunları çok kültürlü evlilikte maalesef ortaya çıkabiliyor. Bunu çözebilecek tek şey sevgidir. Tabii sadece Kültür farklılığı değil bir de Toksik sendrom var ise mutlaka psikolojik destek de eklenmelidir. Bu durumda terapiye birlikte gitmek çift olmayı ve sorunu birlikte çözmeyi niteler.   Aksi halde her şey kısa sürede kontrolden çıkıp istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Ben daha özel tavsiyelerimi mail aracılığı ile verdim.
Aylin’e çok teşekkür ediyor ve sizden mail bekliyorum…
Sevgiler..
Ausgabe: 277 / 08.11.2024 / Gelecek Sayı / Nächste Ausgabe: 11.12.2024
Köşe Yazarları | Autoren
Köşe Yazarları | Autoren