16.03.2022
Dün değişik milletlere mensup 7 kişi ile küçük bir toplantı yaptık. Toplantı sonunda havadan sudan konuşurken karşımda oturan Türk bayan konuyu tatil izlenimlerine getirdi. Antalya da tıp fakültesinde okuyan genç bir akrabası varmış, kendisi hayat pahalılığından ve ihtiyaçlarını karşılayamadığından bahsetmiş. Bunun üzerine akrabasına “Antalya turistik bir şehir, haftada bir gün çalışabileceğin bir iş bulabilirsin“demiş. Genç öğrenci bu söze şiddetli bir tepki göstererek “Ama nasıl olur ben kocaman bir tıp öğrencisiyim, şimdi gidip kafelerde garsonluk mu yapayım yani” diye kendini savunmuş. Avusturya da yaşayan bayan “Ama benim 15 yaşındaki kızım el harçlığını ve okul masraflarını kazanmak için hafta sonu gidip bir markette çalışıyor” diye ilave etti. Bunca yıldır Avusturya dayım bir yığın makam mevki sahibi insanla karşılaştım hepsi oldukça mütevazi ve alçak gönüllü insanlardı. Tanıdığım bir çok arkadaşım Prof., Dr, gibi ünvanlarını kullanmazlar. Hatta profesör bir arkadaşım organize ettiğimiz bir etkinlikte proğramdan sonra eline çöp torbasını alıp etraftaki çöpleri toplar.Dün değişik milletlere mensup 7 kişi ile küçük bir toplantı yaptık. Toplantı sonunda havadan sudan konuşurken karşımda oturan Türk bayan konuyu tatil izlenimlerine getirdi. Antalya da tıp fakültesinde okuyan genç bir akrabası varmış, kendisi hayat pahalılığından ve ihtiyaçlarını karşılayamadığından bahsetmiş. Bunun üzerine akrabasına “Antalya turistik bir şehir, haftada bir gün çalışabileceğin bir iş bulabilirsin“demiş. Genç öğrenci bu söze şiddetli bir tepki göstererek “Ama nasıl olur ben kocaman bir tıp öğrencisiyim, şimdi gidip kafelerde garsonluk mu yapayım yani” diye kendini savunmuş. Avusturya da yaşayan bayan “Ama benim 15 yaşındaki kızım el harçlığını ve okul masraflarını kazanmak için hafta sonu gidip bir markette çalışıyor” diye ilave etti. Bunca yıldır Avusturya dayım bir yığın makam mevki sahibi insanla karşılaştım hepsi oldukça mütevazi ve alçak gönüllü insanlardı. Tanıdığım bir çok arkadaşım Prof., Dr, gibi ünvanlarını kullanmazlar. Hatta profesör bir arkadaşım organize ettiğimiz bir etkinlikte proğramdan sonra eline çöp torbasını alıp etraftaki çöpleri toplar.Aynı bayan kocası hapiste olan ve geçim sıkıntısı çeken tanıdık bir kadına da kendince “evde börek, poğaça, sarma, gözleme gibi şeyler yapıp bunları dışarda satarak geçimini sağlayabilirsin” diye akıl vermeye kalkıştığında kadın “hayır olmaz, yapamam”diye cevap vermiş. Bir tarafta komplekslerimiz bizi paçamızdan çekip dibe vurmamızı sağlıyor, diğer taraftan “öğrenilmiş çaresizlik sendromu” başarıya ulaşamayacağımızı içten içe fısıldıyor. Bu konuyu çok iyi örnekleyen bir fil okayı var. Yavru fil bir zincir ve kazıkla yere bağlanır. Kurtulmak için defalarca deneme yapar ancak gücü kafi gelmediğinden dolayı ne zinciri kırabilir ne de kazığı sökebilir. Aradan yıllar geçer artık yavru fil büyümüş güçlü ve yetişkin bir fil olmuştur, zinciri koparabilecek ve kazığı sökebilecek güce ulaşmıştır ama kaçmayı ve kurtulmayı denemez bile, çünkü özgür olamayacağına inanmaktadır. Bir de “el ne der, komşum, arkadaşım beni bu halde görse ben yerin dibine geçerim” gibi düşüncelerimiz var. Alt yapısı oluşmamış kişilerde başkalarının değer yargıları, beğenileri veya eleştirileri kişinin kendi istek ve arzularının önüne geçiyor.Ben kendisine garsonluk yapmayı yakıştıramayan o tıp öğrencisini kınamıyorum. Veya kocası hapiste olan kadının geçinmek için bir çaba harcamamasını da eleştirmiyorum. Avrupada bireysellik, öz güven tavan yapmış durumda. Öyle olunca bu bakış açısı ile Türkiyede farklı değerlerle yetişmiş insanları sorgulamak doğru olmaz. Dünya hızla değişiyor, bu değişime ayak uydurmamız gerekir. Zihniyet değişimine acilen ihtiyacımız var. Atılan adımlarla bunu gerçekleştirme yoluna girmeliyiz. Bilinçli aileler maddi durumları yeterli olsa bile çocuklarının hayatı öğrenmeleri ve karşılaştıkları güçlüklere karşı çıkabilmeleri için yaz tatillerinde çalışmalarını sağlıyorlar. Toplumun büyük kesiminde böyle davranılmıyor, anne ve babalar çocuklarına “sen okulunu başar, biz senden başka bir şey istemiyoruz” deniyor. Oysa zamanını doğru planlayan biri okulunu aksatmadan tatillerde çalışma fırsatı yakalayabilir.Öğrencilik yıllarında çalışan gençler hayatın diğer bir yüzünü tanıma fırsatı buluyorlar, tecrübe kazanıyorlar. Her şey kendilerine altın tepsi içinde sunulmadığı için kendi çabaları ile elde ettikleri şeyler daha değerli oluyor. Kendi kazandığı para ile bir çift ayakkabı alması onu daha çok mutlu ediyor, o ayakkabılara kendi çabası ile sahip olduğu için kıymetini daha iyi biliyor. Türkiyede öğrencilerin çalışması yaygın değil, çalışan öğrencilerin sayısı çok az, tabii etraflarında örnek bulamayan gençler de çalışmak için bir çaba içine girmiyorlar. Gençler geçici bir süre bir markette kasiyer olarak çalıştıklarında o etiketin onlara yapışıp kalacağını düşünüyor olmalılar. Oysa gerçek öyle değil, yıllar çabuk gelip geçiyor, aksine ileriki yıllarda geriye dönüp baktıklarında yaptıkları iş tatlı bir anı olarak kalıyor. Bekir Develi ehliyetini yeni aldığı bir sıra zengin bir iş adamını Adana dan İskenderun a götürür. Adam Afrika dan konteynerle gelen kurban derilerini kontrol edip satın alacaktır. Limana ulaştıklarında konteynerlerin kapakları açılır açılmaz derilerin kanlı suları boşalır ve günlerdir kapalı ortamda bulunan derilerden hemen etrafa pis bir koku yayılır, oldukça sıcak bir yaz günüdür. O zaman çok genç olan Bekir Develi kokudan uzaklaşmak için 50-60 metre geriye çekilir. Deri tüccarı adam pantolonunun paçalarını kıvırır, çoraplarını indirip derileri tek tek eline alıp incelemeye başlar. İş adamı Bekir Develi ye seslenerek “Delikanlı yaklaş biraz “ der ve ilave eder “Çok kötü kokuyor değil mi ? “Develi kafası ile “ evet” işareti yapar. “Biliyorum “ diyerek iki eli ile bir deri parçasını sıkıca tutup burnuna götürüp koklar ve “Oohhh” diyerek nefesini içine çeker. “Bu benim ekmeğim, bu benim rızkım, bu benim çoluğumun çocuğumun nafakasını, geçimini temin ettiğim şey, bu beni başkasına muhtaç etmeyen şey” diyerek deriyi bir defa daha koklar. Uzak Doğuda 12-13 yaşındaki bir çocuk sırtında küçük bir çocuğu taşımaktadır. Yoldan geçen bir turist “Neden o yükü sırtında taşıyorsun?” deyince karşıdaki genç “O yük değil, benim kardeşim” diye cevap verir. “Açılmamış kanatların büyüklüğü bilinmez” diye bir söz var. İnsanımız bir çok şeyi denemediği için neleri başarabileceğini, hangi zorlukların üstesinden geleceğini bilemiyor. Hayat sadece kitaplardan okuyarak değil; yaşayarak, çalışarak ve öğrendiklerini uygulayarak öğrenilir.
Share this with your friends: