13.07.2022
Bir Ateiste cevabım
Dün "Araştırdım ,kesinlikle Tanrı yoktur" diyen bir köşe yazarına verdiğim cevabı buraya aktarıyorum:Dün "Araştırdım ,kesinlikle Tanrı yoktur" diyen bir köşe yazarına verdiğim cevabı buraya aktarıyorum:
Sayın Yazar, yazınızı dikkatle okudum, aşırı cesur biri olduğunuzu düşündüm. Ancak sizdeki cesaret insana zarar veren, insanı tehlikenin kucağına atan bir cesaret. İdeal hayat dengeli hayattır. Cesaret biraz korku ile dengelenirse tedbir alır, daha emniyetli yaşarız. Sonsuz evrende bir nokta kadar dahi yer kaplamayan insanın, makro alemden mikro aleme kadar tüm varlıklar üzerinde tesiri görülen bir Gücü inkar etmesini çok yadırgıyorum. “Tanrı yoktur” diye hüküm vermek bana insanın haddini aşması olarak geliyor. Ben bir seyahatimde gördüğüm ve dünyanın diğer bir ucunda yetişen bir meyveden bahsetsem bunun çekirdeğini, kabuğunu, veya küçük bir emaresini göstersem varlığını ispat etmiş olurum ama aksini iddia eden, “yok” diyen birinin dünyayı karış karış dolaşıp , her taşın altını kontrol etmesi gerekir. Yani pratikte bu mümkün değil, imkansızdır. Bir göz doktoru yıllarca okuduğu halde üzerinde çalıştığı organın sırrını çözemiyor. Kainatta tesadüf yok, Einstein "Tanrı zar atmaz"der. Big Bang dan sonra miyarlarca ihtimalin içinde evrenin ve dünyanın bugünkü yaşamın devam edeceği hali alması tesadüf mü? Nasıl oluyor da korkunç bir patlamadan sonra milyarlarca gök cismi her biri farklı bir yörüngeye oturarak kusursuz çalışan bir sistemi oluşturuyor? Yoksa bunun arkasında gücü, azameti, ilmi, iradesi sonsuz bir Zat mı var? Günümüzde bir yerde bomba patladığı zaman sadece tahrip oluyor, her bir parça bir yere fırlıyor, fakat büyük patlamadan sonra kaos yerine milyonlarca farklı cinsteki, bitki, insan ve hayvanın hayatını devam ettireceği harikulade bir ortam oluşuyor. Ama nedense günlük hayatta kör tesadüf (rüzgar, fırtına) eczanenin pencerelerini açıp bir kaç elementi bir araya getirip bir baş ağrısı ilacı yapamıyor. Okulda resim dersinde fırtına fırçayı hareket ettirerek boyalardan bir tablo ortaya çıkaramıyor. Bir fen dersi öğretmeni kendi ilmi, iradesi ve gücünü kullanarak labaratuvar ortamında suyu buharlaştırarak elde ettiği yağmuru öğrencilerine gösterirken her şeyi çözdüğünü düşünüyor. Tabiat bir resimdir, ressam değil, bir nakıştır, nakkaş değil bir kanundur, kanun koyucu değildir. Bir şeyin oluşumunu izah etmek Yaratıcının varlığını inkar etmeyi gerektirmez.
Bilim ilerledikçe biz geçişleri daha iyi görüyoruz, tıpkı megapikseli yüksek bir fotoğraf makinası gibi. Ben inanan bir insan olarak Evrenin Mimarını inkar etmenin aşırı bir cüret olduğunu düşünüyorum, keşke insan evladı biraz daha mütevazi olabilse, sonsuz güç karşısında vücuduna bir kanser hücresi girmeden hiçliğini, aczini, fakrını anlayabilse! Yüce Yaratıcı imtihan dünyasında olduğumuz için aklımızı devreye sokup, bilincimizi açık tutalım, onlar da işe yarasın diye kendi gücünü, azametini, iradesini, ilmini sebeplerle, kurduğu sistemle gölgeliyor, üzerine ince bir perde çekiyor. Perdeyi araladığımız zaman her varlık üzerinde Onun taklid edilemez mührünü görürüz. Evrende Yaratıcının bir saltanatı var, inkar eden, Ona iman etmeyen tüm bu milyarlarca varlığı, saltanatı tesadüfe havale ettiği için korkunç bir cinayet işliyor, konu basit değil, tıpkı bir ülkenin bayrağını yırtmak ve yakmak gibi. Bir ülkenin bayrağını yırtan veya yakan birine hakim "ne olacak bir bez parçası yırtmışsın, ücretini öde veya yenisini al, affedelim" demez. Çünkü bayrak tüm bir ülkenin ortak sembolüdür, geçmişte binlerce insan o bayrak için canını ve kanını vermiştir. Bayrağı yırtanı affetmek o ülkede yaşayan ve daha önce ülkesi için şehit olan tüm insanlara saygısızlıktır, onların hukukuna tecavüzdür. Allah ın da yeryüzünde şahitleri var, Allah ı inkar eden insan şahitleri yalanlıyor ve sonsuz bir cürüm işliyor. Bu yüzden şirk en büyük günah sayılmıştır. İnsan kendi egosunu şişirip yüce Yaratıcıyı aşağı çekmek istiyor, bindiği dalı kesiyor farkında değil! Yel kayadan ne götürebilir ki? Hiç birimiz bu dünyaya kendi isteğimizle gelmedik. Güneşi olması gereken yere biz koymadık. Eğer güneş bize olduğundan biraz daha yakın olsa sıcaktan kavrulacak, okyonustaki sular fokur fokur kaynayacaktı, biraz daha uzak olsa soğuktan donacaktık. Bu ince hesapları biz yapmadık. Dünyamızın etrafına atmosfer tabakasını biz sarmadık. Arılara bal yapmasını, tavuklara yumurta vermesini, ineklere, koyunlara süt vermesini , ipek böceğine ipek, meyve ağaçlarına meyve yapmasını biz öğretmedik. Dünyaya geldiğimizde kendileri çamur yiyen ağaçlar ambalajlı bir şekilde dallarını uzatarak bize meyve ikram ettiler, ve her şeyi hazır bulduk. Yaşamamız için binlerce tedbir ev sahibimiz tarafından çok önceden alınmıştı.
Hz. Ömer in bir cümlesi ile bitireyim. “İnandığı gibi yaşayamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar.” Bunun bir açılımı; Allah ın koyduğu yasakları işlemeye devam eden biri kendini o çukurdan çıkaramayınca “keşke hiç Allah olmasaydı daha rahat yaşardım”der ve sonunda haşa "Allah yoktur” inancına kadar gider, çünkü hem Allah ın varlığına iman etmek, hem de büyük günahları işlemek bir arada yürümez, bağdaşmaz, insanın vicdanı rahatsız olur. Tıpkı ışık gittiği zaman karanlığın başlaması gibi. Vicdanını karartan insanın yapamayacağı bir şey yoktur. İnsandaki dürtüler, tutkular eğer kontrol altına alınamıyorsa insanı yanlış yola sürükler gerçeği görmesini engeller. Kişinin hayatını tamamen seküler dünyevi işlere adaması, vicdanını susturması onu uçuruma yuvarlar. Tanrı tanımazlığın bir sebebi de budur.
Share this with your friends: