17.01.2024
Yurt dışındaki yaşayıp ta kandırılmayan insana rastlamak mümkün değildir. Bu yüzden yeni yılın ilk yazısını bu konuya ayırdım. Belki hayatımızla ilgili bir muhasebe yapar, eksiklerimizi gözden geçirir, daha doğru ve isabetli kararlar alırız diye.Yurt dışındaki yaşayıp ta kandırılmayan insana rastlamak mümkün değildir. Bu yüzden yeni yılın ilk yazısını bu konuya ayırdım. Belki hayatımızla ilgili bir muhasebe yapar, eksiklerimizi gözden geçirir, daha doğru ve isabetli kararlar alırız diye.
Konuyu araştırmak için internette dolaşırken bu konuda Emre Çelebi nin 02.Ocak.2017 yılında rastladığı yazıya rastladım. Sayın Çelebi Türkiye için akışkan zihinsel beceri dalında bir çalışma yapmış. Akışkan zeka veya beceri daha önceden var olan herhangi bir bilgi ve tecrübeye dayanmaksızın karşılaşılan problemleri çözme, ilişkileri anlamlandırma ve akıl yürütme gücüdür. Şimdi sayın Çelebi yi dinleyelim: ”Önce akışkan zihinsel becerimizi değerlendirmek istiyorum. 100 puan üstünden global normlarda yaptığımız çalışmanın Türkiye skoru 32’dir. Yani analitiklik, öğrenme, analiz yapma, strateji üretme, karmaşıklıktan doğru anlam çıkarma gibi becerilerimiz dünyanın oldukça gerisinde. Bu konuda artık kendimizi kandırmaktan da vaz geçmemiz ve durumu kabullenmemiz gerekmektedir. Bizde bu tip beceriler yok, olanı da anlamıyoruz ve anlamadığımız için hırçınlaşıyoruz.
Eleştirel düşünme olarak çok ama çok gerideyiz. 40 soru üstünden 17 doğru cevap ile ya dünya sonuncusuyuz ya da sondan birinci. Beğenmediğimiz Suudi’ler ve Birleşik Arap Emirlikleri bizim skorlarımızın üstündeler. Yani akışkan zihinsel becerimiz ile eleştirel düşünme becerilerimizi beraber yorumlayacak olursam: söyleneni ya da okuduğumuzu anlamıyoruz ama anlamasak ta çok bildiğimizi hatta en fazla bildiğimizi iddia ediyoruz. Bizden daha fazla bilen birisini ancak çok saygı duyduğumuz biri tarafından referans gösterilmişse kabul ediyoruz. Kabul ettikten sonra da ya da kabul etme sürecinde kesinlikle tarafsız olamıyoruz.
Kişilik envanteri sonuçları da şöyle: Çok konuşkanız ve karşımızdakini dinlemiyoruz. Dinler gibi duruyoruz ama aslında bize bir şeyler söyleyen kişinin söylediklerini kafamızın içinde manipüle ediyoruz. Sosyal olarak girişkeniz, hatta o kadar fazla girişkeniz ki insanlarla aramıza mesafe koyamıyoruz. Bu durumdan dolayı mesafeli insanları ‘’sinsi’’ olarak algılıyoruz. Çok cana yakınız ve bir kişi ile yeni tanışsak bile hemen tüm mahremiyetimizi açabiliyoruz. Yeni tanıştığımız herhangi biri duymak istediğimiz cümleleri bize söylüyorsa hemen inanıp onu baş tacı ediyoruz. Tüm sırlarımızı da veriyoruz. Çok ama çok katılımcıyız. Analiz yapmadan, durumdan doğru anlam çıkarmak için iç görü ile düşünmeden fikre, duyguya, olaya veya duruma katılma eğilimimiz var. Doğal sonucu olarak aldatılmaya ve/veya aldatmaya meyilliyiz.
Dünyayı keskin olarak somut algılıyoruz. Detayları çok ama çok iyi gördüğümüzü sanıyoruz (detayları görüyoruz ama gördüğümüz detaylardan anlam çıkartamıyoruz ya da doğru anlam çıkartamıyoruz). Soyut algımız birazcık var ve ama bunun ne olduğu ile ilgili bir fikrimiz yok. Alışılagelmiş metotlar kullanmayı ret etmek istiyoruz ve kendimizi çok yenilikçi görüyoruz. Yenilik yapacak ya da yatkın olacak kadar analiz yapma ve karmaşık durumlardan anlam çıkarma becerimiz yok. Kendimizi çok vizyoner olarak görüyoruz ama gelenek ve göreneklerimiz ile vizyonerlik çakıştığında net olarak geleneklerimizi tercih ediyoruz. Düşük eleştirel düşünme becerimiz sebebiyle böyle giderse zaten vizyoner bir toplum olmaktan uzak sadece kopyacı bir toplum olacağız ya da olduk. Trendi belirlemek isteyen ve büyük resim odaklı bir yapımız var ama düşük zihinsel yeteneklerimiz sebebiyle yenilik olmayan ama yenilik gibi gösterilen ürün, fikir ya da hizmetleri yeni sanıp artık trend bu yönde gibi bir yaklaşıma kapılıyoruz.
Karar verirken empatik olmaya özen gösteriyoruz. Karşımızdakilerin duygularını anlamaya yönelik bir çabamız var. Anladığım duygu gerçek mi yoksa ben mi öyle hissediyorum diye bir iç görü zamanını kendimize ayırmadığımız için, o duygu şelalesine kapılıp gidiyoruz. Dünyanın en zeki insanın fotoğrafına bakıp, adam üzgün demek ki zeki olmak iyi bir şey değil gibi bir çıkarım yaparak kolay yolu tercih ediyoruz. Yine karar verirken bariz olarak şefkatliyiz. Şefkatli olmakta problem yokta bu şekilde karar vermenin bizde yol açtığı birtakım durumlar var. Kendi fikrimizi oluşturamamak, başkalarının duygu ve düşünceleri ile hareket etmek, gelenek ve göreneklere bağlı olduğumuz için saygı duyulan ya da saygı duyulmasına sebep olunmuş birtakım kişileri hiç yaptıklarını eleştirmeden kabul etmek ve onun gibi davranmak.“
Bu hamur çok su götürür, burda kesiyorum.
Share this with your friends: