9.02.2022
Demokrasi, özgürlükler ve sansür birbiri ile sıkı ilişki içerisinde bulunan paradigmalardır. Demokrasiler temel hak ve özgürlüklerin yasalar yoluyla koruma altına alındığı, bireysel ve toplumsal hayatı etkileyen kültür ve zihniyet biçimleridir. Hür varlıklar olarak, özgürlüklerimizin korunması adına tabiri caizse “kölesi” olduğumuz tek düzen hukuk kuralları olmalıdır. Hukuk kurallarının güvencesi ise devlet otoritesidir. Fakat hukuk kuralları iyi uygulayıcılar olmadan de facto olarak işlevsizleşirler. Demokrasi, özgürlükler ve sansür birbiri ile sıkı ilişki içerisinde bulunan paradigmalardır. Demokrasiler temel hak ve özgürlüklerin yasalar yoluyla koruma altına alındığı, bireysel ve toplumsal hayatı etkileyen kültür ve zihniyet biçimleridir. Hür varlıklar olarak, özgürlüklerimizin korunması adına tabiri caizse “kölesi” olduğumuz tek düzen hukuk kuralları olmalıdır. Hukuk kurallarının güvencesi ise devlet otoritesidir. Fakat hukuk kuralları iyi uygulayıcılar olmadan de facto olarak işlevsizleşirler.
Hak ve özgürlükler, özgür bireylerin fikirlerini yasak, baskı ve tabunun bulunmadığı ortamlarda ifade edilebildiği müddetçe gelişirler ve böylelikle çağdaş ve sorgulayıcı bir toplum oluştururlar. Bu bağlamda düşünce ve ifade özgürlüğü toplumsal gelişimin, üretimin ve sürdürülebilir kalkınmanın en önemli kaynaklarındadırlar. İfade özgürlüğü mutlak değil, sınırlanabilir bir haktır. Ancak devletlere tanınan sınırlama yetkisi sınırsız değildir ve bu yetki belirli ölçütler çerçevesinde kullanılabilmektedir.
Demokrasi zırhına bürünerek varlığını sürdüren sansür bu müdahalelerden biridir. Örneklerini Avrupa da dahil olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde gördüğümüz bu müdahale biçiminin kökeni, Latince “cencere” kelimesine dayanmaktadır. “Hüküm vermek” anlamına gelen bu arketip, çeşitli eylemlerin çeşitli yollarla kontrol altına alınmasının bir metodudur. Bu müdahale biçiminin uygulama alanı, çağdaş toplumlarda bir baskı aracı olarak nitelendirilmesi sebebiyle giderek daraltılır. Yani sansür, ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile ters orantılıdır. Sahip olduğu gücü kaybetme korkusu taşıyan otoriter yönetimlerde, sansür toplumsal baskı mekanizmasının en değerli parçası haline getirilir.
2020 yılında %75’ini sahne sanatlarıyla uğraşan katılımcıların oluşturduğu, Türkiye’de yapılan bir anketin sonuçları da bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bu ankete göre; sansür denilince akla en çok gelen üç kelime “yasak, baskı ve korku” dur. Bunun yanı sıra ülkedeki kötü veya yetersiz sosyal ve ekonomik şartların iyileştirilmemiş olması, kişilerin mesleki ve ekonomik kaygılarını tetiklediği için, sansüre karşı koyulmasının engellenmesi kolaylaşır.
Sonuç olarak “istikrarla” devam eden müdahalelerle sansür egale edilmiş olur. Bu durum toplumu tektipleştirerek daha da tehlikeli olan prototiplerin ortaya çıkmasına neden olur. Yapılan müdahalelerin endişe verici sonucu “otosansürü” meydana getirir. Bu son durumda kişi veya kurumlar dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmadan kendi kendilerini sansürlemektedirler.
Yaratılan bu korku toplumunda artık yalnızca düşüncelerin paylaşılması veya ortaya koyulacak eserler bağlamında değil, aynı zamanda aktivitelerin belirlenmesinde, giyim kuşam seçiminde, edilen sohbetlerde, ne yenilip ne içileceğine karar verilmesinde ve hatta anonim anketlere katılımlarda bile otosansür devreye girmeye başlar. Benimsenen tutum “politik doğruculuk” eksenindedir. Bu da yetmezmiş gibi kişilerin birbirlerinin izzet-i nefislerine karışmayı kendilerine hak görmesiyle, daha da büyük bir felaket olan kargaşa toplumuna dönüşmeye başlanır. Kişilerin dikkati, irdelemesi ve sorgulaması gereken yönetim sisteminden kayar ve bütün eforunu birbirini yargılamak için harcamaya başlar. Bunun sonucunda denetlenmeyen yönetim daha da güçlenir ve güçlendikçe baskısını arttırır.
Düşüncenin gücünden korkan egemen güçler sansüre sarılmışlardır. Toplum maruz kaldığı kontrolcü güç karşısında yavaş yavaş benliğini yitirmeye başlar. Fakat eylemlerin değeri başarısıyla değil, yöneldiği amacın ahlaklılığıyla ölçülür. Yönetimler gelip geçicidir ve sansür gücün değil, korkunun simgesidir. Korkması gereken haksız ve hukuksuz olandır. Engeller merakı cezbeder, baskı özgürlüğün kıymetini ortaya çıkarır.
Unutmayın ki cesur insan, özgür insandır. Hukuki çerçeveyi aşan muamelelerin meşrulaşmasına kapı aralayan kilit kavram rızadır. Toplumun farkında olarak veya olmayarak izin vermediği hiçbir şey vuku bulamaz. Dolayısıyla yapılması gereken, subliminal veya açık baskılarla ortaya çıkan bu öğrenilmiş çaresizlik durumundan iradenin kullanılmasıyla sıyrılıp, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak, özgürlük ve bağımsızlığı karakter haline getirmektir.
Share this with your friends: