09.06.2022
Hızlı yaşıyoruz, hızlı tüketiyoruz ve tabi ki bunun sonuçlarıyla da bir o kadar hızlı karşı karşıya kalıyoruz. Ne yazık ki bu sonuçlar dünyamız için de ağır oluyor. Giderek büyük bir çöplüğe dönüşmeye başlayan dünyamız için sürdürülebilirlik, geri dönüşüm ve atık yönetimi konuları daha da elzem hale geliyor.Hızlı yaşıyoruz, hızlı tüketiyoruz ve tabi ki bunun sonuçlarıyla da bir o kadar hızlı karşı karşıya kalıyoruz. Ne yazık ki bu sonuçlar dünyamız için de ağır oluyor. Giderek büyük bir çöplüğe dönüşmeye başlayan dünyamız için sürdürülebilirlik, geri dönüşüm ve atık yönetimi konuları daha da elzem hale geliyor.
Bu mesele ile başa çıkabilme konusunda örnek olarak aklımıza ilk Avrupa ülkeleri geliyor. Sokaklarında çok nadir çöp görülen, atıkların evlerde bile ayrıştırıldığı, yere çöp atmanın yasak olduğu bu düzende, geri dönüşüm hareketi sürekli olarak destekleniyor. Geri dönüştürülmeye müsait atıklar geri dönüştürülürken, birçok Avrupa ülkesinde çöpten elektrik veya sıcak su üretilebiliyor. Bu açıdan bakınca geri dönüşüme ve çevreye verilen önem ve ülke ekonomisine sağlanan katkıyı takdir etmemek elde değil. Fakat madalyonun diğer yüzüne baktığımızda durum pek de tozpembe değil. Peki nedir bu başarının ardındaki sır? Ben size anlatayım; püf nokta “ihracat”.
Geri dönüşüm sadece geri dönüştürülebilir malzemelerin geri kazanılması değil; daha ziyade, tam bir ekonomik sistemdir. Plastik çöp ticareti, Dünya genelinde yaygın olarak gerçekleştirilen bir ticaret türü olup, çoğunlukla batıdan doğuya doğru gerçekleşen bu ticaretin ana nedeni, bu atıkları başka ülkelerin daha ucuza “dönüştürdüğü” ya da öyle varsayılması. Haliyle gelişmiş ülkeler bununla uğraşmak yerine çöplerini, çevre yasalarının daha etkisiz olduğu gelişmekte olan ülkelere yolluyor.
Örneğin Almanya çöpünü en iyi ayrıştıran ilk beş Avrupa ülkesinden biri. Almanya ayrıştırmak için topladığı plastik çöpü Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelere satıyor ve böylelikle “çevreci” Almanya vatandaşları, çöplerini ayrıştırarak “yüksek bir bilinçle” yaşadıklarını düşünerek ülkelerinin Dünya’nın “en çevreci” ülkesi olarak görünmesine katkıda bulunuyorlar.
İsveç, Norveç, Danimarka gibi ülkeler çöpleri yakarak enerji üretimine sıcak bakanlardan. Bu yolla gerek elektrik gerekse sıcak su üretimi yapılıyor. Fakat bu durum sanılanın aksine o kadar da çevreci bir uygulama değil. Çöpleri yakarak enerji üretmek adına yapılan ithalat, ihraç eden ülkelere maddi kaynak sağladığı için, geri dönüşüm yerine daha kolay bir seçenek haline geliyor. Asıl amaç özellikle plastik atık üretimin önüne geçmek olmalıyken, imha edilen atıklar nedeniyle yenilerinin üretimi ve tüketiminin önü açılıyor, ki bu da “atık yönetim hiyerarşisine” göre son yapılması gerekenin ilk sırada yapılmasına neden oluyor. Bu durum da giderek yaygınlaşan çöp santrallerine bağımlı olunması endişesini arttırıyor. Fakat bunların yanı sıra bu uygulamanın atıkların depolanması veya toprağa gömülmesindense daha faydalı bir işlem olduğu da kesin.
Çeşitliliği ve yüksek miktarda enerji kullanılması nedeniyle diğer geri dönüşüm malzemelerine oranla daha az geri dönüştürülen plastik, üretiminden bertarafına kadar tonlarca karbon emisyonu salıyor. Fakat buna rağmen karbon ayak izi en büyük olan plastik atık ithalatında “liderliği” ülkemiz Türkiye elinde bulunduruyor. Avrupa Birliği ülkelerinin toplam katı atıklarının yaklaşık yarısını gönderdiği Türkiye’nin ise etkili bir atık yönetim stratejisi yok. Ülke içerisinden çıkan atıkların ayrıştırılmamasından kaynaklı olarak kirli olduğu ve dönüştürülebilir hale gelebilmesi için ciddi masraflarla ayrıştırma/yıkama/kategorize etme gibi ön işlemlerden geçmesi gerektiğinden, halihazırda hiç çöp yokmuş gibi, Avrupa ülkelerinin çöpleri “ithal” edilmeye devam ediliyor. Türkiye çöplerin sadece yüzde 1’ini geri dönüşüme yolluyor, geri kalanı ise maalesef katı atık sahalarına depolanmak üzere gönderiliyor. Çok üzücü olsa da Akdeniz kıyılarının en kirli kıyıları da Türkıye’de.
Avrupa Birliği üye ülkelerinin kendilerini “cam bir fanusla” koruma altına aldığı düşüncesi ve her zaman uyguladıkları “seçicilik” stratejisi burada da kendini gösteriyor. Sözde geri dönüşüm için başka ülkelere gönderilen atıkların, olması gerektiği gibi geri dönüştürülüp dönüştürülmediği veya çevreye zarar verecek şekilde etrafa saçılıp saçılmadığı bilinmiyor ve denetlenmiyor.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da küresel-kolektif bilincin önemi ortaya çıkıyor. Yalnızca ülkelerin çıkarlarının düşünüldüğü değil, hep beraber geleceğimizi düşündüğümüz yarınlara..
Share this with your friends: